14 Şubat herkesin bildiği gibi “Sevgililer Günü” değildir sadece. Aynı zamanda “Dünya Öykü Günü”dür. Bugün, Uluslararası Ankara Öykü Günlerinin ve öykücü Özcan Karabulut’un dünyaya bir armağanıdır. Ankara Öykü Günlerinden Dünya Öykü Günü’ne uzanan bir yolun adıdır 14 Şubat. PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nin çağrısı ve girişimleriyle 2003 yılından beri 14 Şubat tüm dünyada “Dünya Öykü Günü “ olarak kutlanıyor. 2024’ün Dünya Öykü Günü Bildirisi’ni yazar Ayla Kutlu kaleme aldı. Bildiriden bende iz bırakan cümleler: “Doğmak ve yaşıyor olmak tükenmeyen bir öyküdür. Yüreğin bir ince dalı var ki / Öyküler sürgit titretecektir.”
Benim için klasiktir, her 14 Şubat’ta dersine girdiğim sınıflarda ünlü öykücümüz Sait Faik Abasıyanık’tan öyküler okurum. Buket Uzuner’in deyimiyle “ Şiirin Kız Kardeşi Öykü” den bahsederim. Bu bahis bazen güzel bir öyküyü okumak, bazen usta bir yazardan bahsetmek, bazen de kendi öykümüzü anlatmak ya da bir öykü kitabını tanıtmak şeklinde olabilir. Bu yıl da öyle oldu. Dersine girdiğim sınıflara çantalar dolusu öykü kitapları götürdüm. Öyküler okudum. Liseden öğrencim şu an Ankara merkezde edebiyat öğretmeni olan daha lisedeyken öykü kitabı çıkartan sevgili öğrencim Senem Arıcı’dan, onun öykü kitabı Baharat Dozunda Hayat’tan ve Senem’le olan ilginç kalem ve yazı arkadaşlığımızdan bahsettim. Öğrencilerime meseller (masalımsı kısa hikayeler) anlattım. Bu yıl Bartın’da 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü öncülüğüm ve Çavlan Edebiyat Topluluğu’nun organizasyonuyla İBEV (İnci Bankoğlu Eğitim ve Kültür Vakfı)’de, geniş katılımlı bir programla kutladık. Program ve afişin başlığı “SEVGİLİ(M) ÖYKÜ” adını taşıyordu. Öykü yazarı aynı zamanda Çavlan Edebiyat Topluluğumuzun Başkanı arkadaşım Songül Kişioğlu ile etkinliği kotarmak için çok çalıştık. İBEV Kafe’nin şık, nezih ortamı da ayrıca keyif verdi. Bu vesileyle bize kapılarını açan İBEV’e ve saygıdeğer Başkanı İnci Bankoğlu’na ve kültür insanı sevgili Ersin Bankoğlu ağabeye teşekkürü bir borç bilirim.
Sait Faik’in “Dülger Balığının Ölümü”, “Hişt Hişt” ve “Semaver” öyküleri çok sevdiğim, okumaktan bıkmadığım öyküler arasında. “Gün Ola Harman Ola” öyküsü ve öyküdeki Mercan Usta karakterinden de çok etkilenmiştim. Çok sıcak ve gerçekçi öyküler. Etkinlik öncesi günlerde okul kütüphanesinde yaptığım mesai; raflarda tek tek kitap aramam, bulduğum kitapları masaya yığmam onları çocuk gibi sevmem, okul paydosundan sonra saatlerce kütüphanede okuma yazma çalışmaları yapmam, idareciler ve hizmetliler gittikten sonra bile saatlerce kütüphanede tek başıma çalışmam, okulu benim kapatmam unutulur gibi değil. Sonra gece dörde kadar evde çalışmam, üç saat uykuyla sabah kalkıp okul öncesi heyecanla onları okumam. Ne heyecanlı anlardı onlar. Bir de şunu unutmuyorum. Okul kütüphanesinde Sait Faik’in “Son Kuşlar” kitabını ararken, on tanesini birden rafta görünce altın bulmuş gibi nasıl da sevinmiştim. Sonra derse taşımıştım onunu birden sevdiğim kitaplarla birlikte; bakın okulda bir hazine var hem de beş adım yakınınızda demiştim öğrencilerime.
14 Şubat’ta hem sınıflarda hem akşam ki programda Sait Faik öykülerinden kesitler okudum. Hem de öyle kâğıttan, metinden değil; ezberden. Bazen şaşıyorum bendeki şiir sevgisine. Her şeyi şiir olarak görüyor, şiir olarak algılıyor, sevdiğim metinleri şiir gibi ezberliyorum. Sait Faik’in “Son Kuşlar” kitabından “Haritada Bir Nokta” öyküsünün finalini şiir okur gibi ezberden okudum o gün hem de kaç kere. Hani şu meşhur “Yazmasam deli olacaktım” sözünün geçtiği öyküyü:
"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım..."
Merak edenler öykünün tamamını bulup okuyabilir. Yazı yazmamaya söz veren birini tekrar yazı yazmaya ne itti acaba?
Finalini ezbere bildiğim ve okuduğum bir Sait Faik öyküsünden daha bahsetmeden geçemeyeceğim. “İpekli Mendil”… Üstelik bu öyküyü yazar daha 14 yaşında Bursa Erkek Lisesi’nde okurken edebiyat öğretmeninin verdiği bir ödev olarak kaleme almış. O ne muhteşem bir öykü…
Sevdiğine ipekli mendil armağan edebilmek için gece yarısı ipek fabrikasına giren ve ikinci katın penceresinden kaçarken dut ağacının kırılan dalından düşen, düştüğü yerde ölmek üzereyken kapıcı tarafından yakalanan o küçük çapkın çocuğun sevdası, cesareti, direnci öykünün finalinde bir ipekli mendil imgesi ve betimlemesiyle ne kadar da güzel anlatılır:
“Hâlbuki o yine geldiği gibi bomboş, sessiz sedasız pencereden sıyrılıp gitti. Bu anda da bir dal çıtırtısı işittim. Düşmüştü. Aşağıya indiğim zaman, başına kapıcı ile beraber birkaç kişi birikmişlerdi. Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avucun içinden bir ipek mendil su gibi fışkırdı.
Ya… İyi, halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde istediğin kadar sıkar, buruşturursun. Sonra avuç açıldı mı, insanın elinden su gibi fışkırır”
Şapkamı usta öykücümüz Sait Faik ve sevdasına sıkı sıkıya sarılan bütün insanlar için çıkartıyorum…