İçinde bulunduğumuz Korona Virüs ve ölümcül küresel salgın nedeniyle ülke olarak karantina günleri yaşıyoruz. Dillerden düşmeyen “evde kal” sloganıyla iki ayı aşkın bir süredir hepimiz evlerdeyiz. Ben evdeki vaktimi, daha çok kütüphanemde okuma-yazma çalışmaları yaparak geçiriyorum. Çoğu zaman vaktin nasıl geçtiğini bilemiyorum. Kitaplığımı ve arşivimi elden geçiriyor sık sık geçmişe, anılara gidiyor, duygulu anlar yaşıyorum.
Bugünkü yazımın kapısını aralayan da dijital arşivimde rastladığım üç yıl önceki bir fotoğraf albümüydü:
Bartın'ın başarılı mimarlarından Yüksek Mimar Selda ÇELİKYAY'ı 26 Nisan 2017'de ofisinde ziyaret etmiş ve okulumuz adına Bartın Kültür Merkezi'nde gerçekleştireceğimiz, Mimar Sinan'ı Anma İl Etkinliği'ndeki "USTAM ve BEN" adlı söyleşi programının planlamasını yapmak üzere buluşmuştuk. Kendisi söyleşi davetimizi kırmamış, hatta önemli bir çalışmasını bizim için erteleme nezaketi göstermişti. Bana göre Mimar Sinan'ı en iyi yine bir mimar anlatırdı. Bu mimarın, Bartın'da tarihi yapıların korunmasına ilişkin önemli mimari projelere ve çalışmalara imza atan, alanında yetkin, hitabet gücü yüksek bir mimar olması Selda ÇELİKYAY’ı tercih nedenimizdi. Mimarların bakış açısı ve gözüyle Mimar Sinan'a bakmak bize de son derece heyecan verir, ufkumuzu açardı. Bu etkinlik için Selda Hanım’la birlikte ofisinde Mimar Sinan'la ilgili dergileri, kitapları incelerken, mimar arkadaşlarının konuyla ilgili eskizlerine bakarken, ikimiz de heyecandan adeta kabımıza sığamıyorduk.
Mimar Sinan konuşmalarımızın dışında o gün ofisinde bir şey dikkatimi çekti. Gözümü nereye çevirsem BAYKUŞLU objeler, resimler, tablolar, biblolar görüyordum. Hatta Selda Hanım’ın arabasının anahtarlığı bile baykuşluydu. Selda Hanım’ı ziyaretimden sonra, uğursuzluk simgesi kabul edilen ve bazı algılardan dolayı pek de sevilmeyen “baykuş” benim gözümde, o günkü sohbet ve sıcaklığın da etkisiyle dünyanın en sevimli kuşu oluvermişti birden. Kendisine o gün içimden BAYKUŞLU MİMAR diyesim gelmişti ama yanlış anlaşılır diye bunu diyememiştim. Edebiyatta baykuş konusu ve imgesi çok ilginç ve gizemli gelmiştir bana her zaman.
Ve beklenen gün gelmişti. Selda ÇELİKYAY “USTAM ve BEN” adlı sunumuna, ''İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış, ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış.'' açılımıyla başlayıp Koca Sinan'ın taştaki şiirselliğini ve kubbelerle dansını ve mesleki aşkını, dünyaya ve farklı uygarlıklara olan merakını, mimarların çizimleriyle slayt gösterisi eşliğinde, Mimar Sinan'ın fark yaratan mimari örneklerini ve felsefesini, bilgi ve bilgelik, mesleğe saygı, kalıcılık ve korumacılık; mimarlığının yanında mühendisliği, şehirciliği ve araştırmacılığı gibi yönleriyle anlattı. Sunumun finalini de Mimar Sinan’dan mektupla, koruma ve eserlerine sahip çıkma konusunda bir anekdotla yaptı.
Bu başarılı sunum, Selda Çelikyay’a, “BAYKUŞLU MİMAR” imgesini yakıştırmamın açıklaması gibiydi. Çünkü mitolojide bilgi tanrıçası Athena’nın simgesel kuşudur Baykuş…
Ben burada başka bir anekdottan bahsetmek istiyorum:
Selda ÇELKYAY’ı 2006 yılında, öncülüğünü yaptığım KÖKSAL TOPTAN LİSESİ EDEBİYAT GÜNLERİ'ne davet etmiş ve kendisiyle "PARTHENİOS'TAN BUGÜNE" başlıklı bir belgesel gösterimi ve söyleşisi gerçekleştirmiştik. Belgeselin metin yazarlığı ve seslendirmesi de kendisine aitti. Bu güzel belgeselle Bartın kültürü ve tarihinde keyifli bir yolculuğa çıkartmıştı Selda Çelikyay bizi. Bartın’a adını veren antik çağdaki adıyla Parthenios (Bartın) ırmağının ve kentin tarihinin ve kültürünün anlatıldığı eski Bartın fotoğraflarından oluşan bu belgesel, “hikâyenin bittiği yerde şiir başlar” repliği ve Kavafis’in ünlü “ŞEHİR” şiiriyle sona ermişti. Devamında, kürsüden, doğaçlama, duygulu bir konuşma yapmıştı Selda Hanım. Tam bir tarih, edebiyat keyfi aldığım, bende iz bırakan bir konuşmaydı. “Kentinizin hikâyesini bilin, geçmişinizi öğrenin” ekseninde güzel bir konuşmaydı. Koruma kavramından, şehir kültüründen bahseden, insanların kimliği ve ilişkileri şehirlerin kimliği ve bugünüdür diyen, geçmişle yüzleşmenin önemini, duygunun insani gelişmedeki rolünü açıklayan, insanın kendini tanımasının, kendini kavramasının önemine vurgu yapan felsefi bir konuşmaydı. O günkü sunumdan unutulmaz cümleler:
" İnsan ilişkileri neyse şehirler onun aynasıdır. Geçmişteki Bartın‘daki insan ilişkileri bugünkü Bartın’ı kurmuştur”.
“Geçmiş denen şey hikâyenin başını iyi bilmektir”.
“Gençler kentinizin, kentinizdeki yapıların, insanlarının hikâyelerini merak edin; ailelerinizin hikâyesini öğrenin ve sivil tarihleri önemseyin. Tarih denen şey insanların hikâyesinin bir bütünü, birleşimidir. Annelerinizin, babalarınızın hikâyelerini dinleyin, onların nasıl tanıştığını, nasıl evlendiğini, bugüne kadar nasıl bir hayat sürdüğünü öğrenin.”
“Edebiyat Günleri’nin sloganı ‘Kendimizi Çoğaltmak’. Güzel bir slogan. Arkadaşlar, kendimizi çoğaltmanın ilk adımı kendimiz olmaktır. Kendin olmak, tanımayla ilgili. Sevmek yine tanımayla ilgili. Bu hikayeleri bilmeden, tanımadan bunları anlamamıza imkan yok.”
“En önemli en sağlıklı şey bilgiye duygunun eşlik etmesidir. Duygu yoksa insan olmaya dair gelişmekten söz edemeyiz. Gelişmek sadece bilmeye dayalı, bilgiye dayalı bir şey değildir.”
Selda Çelikyay’ın ağzından çıkan bu sözler, ne kadar değerli ve anlamlı sözlerdi. Bu güzel sözleri ve etkileyici konuşmasıyla eminim ki Selda Hanım o gün pek çok gencimizin yüreğine dokunmuş, onların sanat ve edebiyatla olan bağını kuvvetlendirmiştir.
Evet, kendimizi ve kentimizi çoğaltmak, kültürel kimliğe ve kent kimliğine sahip olmak, geçmişi bilmek, duyguyu paylaşmak, velhasıl “hikâyeyi öğrenmek” çok önemli. Çünkü bir kentin kültürel belleği ve toplumsal tarihi, hatta talihi böyle küçük küçük hikâyelerden ve anılardan oluşur. Her şey hikâyesiyle ve geçmişiyle vardır; her şey duygusuyla ve ruhuyla anlamlıdır.
Teşekkürler “Baykuşların Mimarı”. Teşekkürler bize duygulu anlar ve ışıklı anılar armağan eden, hikâyesine bizi de ortak eden naif insan. Bu kent sizin gibi insanlarla güzel…