“İnsanlar, binalar gelir geçer, hikâyeleridir kalıcı olan”
BARTIN YALI BOYUNUN EN GÜZEL EVİ (HASAN ÇİVİ EVİ -1)
Her şey geçmişiyle ve hikâyesiyle vardır. Ben bir kenti evleriyle, insanıyla severim; evlerinin ve insanlarının öyküsüyle…
Bartın’da insanın sesi, suyun sesi, ahşabın sesi binlerce yıldır duyulur. Dilden dile aktarılır, zamanla çoğalıp Bartın’ın sesi, ruhu olur.
Bu yazımda Bartın Yalı boyunun siluetlerinden, kartpostal güzelliğindeki tarihi ahşap bir evin hikâyesini anlatmaya çalışacağım. Hangi zamandır hikâyesini merak ettiğim, yazmak istediğim bir evdi. Her önünden geçişte kulak versek kim bilir kulağımıza neler fısıldar, neler anlatır bize bu güzel ev diye mırıldanırdım kendi kendime.
Bir okul çıkışı şehir havası almak ve fotoğraf çekmek için bisikletime bindim. Hedef, her zaman olduğu gibi doğal ve tarihi güzelliği olan yerler. Ve işte, Yalı boyundayım. Irmak kenarından geçerken gözümü güzelim o ahşap evden alamadım yine. Bu ev, benim Bartın’daki en gözde evlerimden. Bana göre Yalının en güzel evi. Bahçesinde, evin sahibi olduğunu düşündüğüm (sonradan adının Hasan Çivi olduğunu öğrendiğim) bir bey, elinde küçük bir fırçayla boya yapıyordu. Fırsat bu diyerek içeri girdim, konuştuk, tanıştık evin sahibi ile. İşi gücü olmasından ve havanın sıcaklığından dolayı fazla meşgul etmek istemedim Hasan Bey’i. Tarihi, bakımlı bir eve sahip oldukları için kutladım ve evlerinin Bartın’da benim en sevdiğim evlerden biri olduğunu söyledim. Müsait oldukları bir zamanda eşimle birlikte ziyaretlerine gelip evle ilgili röportaj yapmak istediğimi söyledim. Olabilir, dedi Hasan Bey. “Sizi işinizden meşgul etmeyeyim, müsaadeniz olursa evin arka tarafına geçip, bir iki fotoğraf alıp çıkacağım.” dedim. Tabii, dedi. Arka taraftaki bahçeye geçtim. Evin yoldan taraftaki ön cephesi başka güzel, arka tarafı bir başka güzeldi. Çevresindeki ahşap, geniş bahçeli evlerle bütünleşen, bahçesinde büyük meyve ağaçlarının olduğu eski Bartın havasını yansıtan büyülü bir bahçe. Çıkışta Hasan Bey, “Hocam meyve koparmadın mı, dur ben sana biraz meyve toplayayım.” dedi. Nar gibi kıpkırmızı elmalardan ve ballı incirlerden toplayıp bir poşete koyup verdi bana. Poşeti bisikletimin gidonuna taktım ve ayrılırken evin olağanüstü güzelliğine dayanamayarak birkaç poz daha çektim. Çünkü bende bazı güzelliklerin tarifi yoktur ve doyumsuzdur. Gördüğüm her güzelliğin, değer verdiğim her şeyin fotoğrafını çekip görsel ve yazılı olarak kayıt altına almak istemişimdir her zaman. Bartın Halk Gazetesi’ndeki yazı yazdığım köşenin adının “KAYIT SANDIĞI” olması da bununla ilgilidir.
Aradan belli bir zaman geçti. Hasan Bey’le telefonla randevulaştık. Ve beklenen gün geldi, eşim Tülay’la birlikte misafir olduk bir akşam Hasan Bey ve eşi Güler Hanım’lara. Bazen çekingen, bazen coşkulu geçmişten, hikâyelerinden bahsettiler. Ben hazırlıklı gelmiştim. Defterime daha önceden yazdığım soruları tek tek sordum, Hasan Bey de yanıtladı. Sohbet havasında güzel bir röportaj oldu:
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Hasan ÇİVİ. 1946’da Bartın Merkez /Orduyeri Camii üstündeki sokakta doğdum. İlkokul mezunuyum. Bir sene Orduyeri İlkokulu’nda (ki ahşap, çok eski bir binası vardı), iki sene İstiklal İlkokulu’nda, bir sene de Cumhuriyet İlkokulu’nda okudum.
Bize ailenizden, aile geçmişinizden bahsedebilir misiniz?
“Benim annem, babam hepsi Bartın merkezden. Annem ud çalardı. Düğünlerde sıra geceleri olurdu, annem oralarda bir de ev oturmalarında çalardı. Annemin o güzel udu, 1998’deki büyük selde parçalandı. Babam ayakkabıcıydı Yemeniciler sokakta. Dükkânının arkasında üzüm bağı vardı. Akşamüzeri Bartın’da her bahçeden mangal kokuları gelir, ziyafetler çekilirdi. Çarşıda Yemeniciler, Kasaplar ve Demirciler sokağı (arastası) vardı. İki kız, iki erkek dört kardeştik. Kızlar ikizdi.”
Ailenizden, eşinizle tanışmanızdan, evliliğinizden bahsetmenizi istesek, fazla özelinize girmiş olur muyuz?
“Kahve içtik, evimize misafir oldunuz. Kahvenin hatırına anlatacağız. Öyle herkesle oturulup, kahve içilmez” diye jest de yaptı Hasan Bey.
“Eşim Güler, Hendekyanı İlkokulu mezunu. Güler, benim peşimden çok koştu evlenmek için.” Burada söze Güler Hanım girerek, “Bak doğruyu söyle Hasan, yazı yazılıyor” dedi. Hasan Bey devam etti:
“Aileler birbirini tanıyordu, Bartın küçük yerdi. Gençliğimde benim motosikletim vardı. Güler’in dayısı babamın dükkânına gelip gidiyordu, haliyle Güler de gelip gidiyordu Orada görüyorduk birbirimizi, sonra evlendik. Elli bir sene olmuş evleneli. Aramızda büyük bir olay, dargınlık olmadı. Ben çabuk kızarım, birden parlarım, ama kızgınlığım da çabuk geçer. Biz Güler’le dört yıl nişanlı kaldık.”
Neden dört yıl?
“İşten, güçten, gezmekten evlenmeye fırsat bulamadım ki. 1966’ta nişanlandım. Nişanlıyken askere gittim. Askerliğimi Ankara/ Çankaya Merkez Komutanlığı’nda yaptım. Yirmi dört ay askerlik yaptım.1968’de evlendik. “
Düğününüz nasıl oldu, ondan da bahseder misiniz?
“Bir hafta sürdü düğün. Çarşamba yatak düzeltmesi oldu; bahçede çalgılı, kemanlı, içkili. Gece 3’te kız evine gidildi, sabahı ediyorduk neredeyse. Ertesi gün de gelin almaya gidildi. Oğlan evinde perşembe koltuk olurdu. Güler Hanım devam etti: “Beni merdivenden eniştem indirdi. Bizim bahçede kuyu başında nikâh oldu. Hasan Dağlı Orkestrası çaldı. O öyle her yere gitmezdi, zenginlere giderdi. Evlendiğimde şimdiki evin arkasındaki, üç katlı eski ahşap evde oturduk kalabalık bir aile olarak. Birinci katta kayınnam (kayınvalide) ve kayıntam (kayınpeder) ikinci katta eltim ve kayınım iki çocuğuyla birlikte, üçüncü katta da iki çocuğumuzla biz oturduk. Önceleri hep birlikte aynı sofraya otururduk. Sonradan o ev satıldı.”