Yaz tatili nedeniyle gittiğim tarım, sanayi ve kültür kenti olan memleketim Karaman’da yaşadığım bir gün:
Bugün eşimi ve ablamı pazar alışverişi için Karaman’ın meşhur Perşembe Pazarı’na götürdüm. Arabamı yakında bulunan Karaman Müzesi’nin arkasındaki otoparka bırakıp Aktekke Meydanı'nın karşısında, “30 metrelik yol” olarak bilinen bulvardan yürüyordum. Amacım onlar pazar alışverişi yapıncaya kadar çarşıdaki bir-iki işimi halletmekti, Burnuma mis gibi közde mısır kokusu gelince canım çekti, yol kenarındaki mısır tezgâhına yanaştım “Bana bir mısır verir misin hemşerim, kaç lira mısır?” dedim. Mısırcı, “Bedava, bahçeden” dedi. Şaka yapıyor galiba, dedim kendi kendime. Tekrar sordum, mısırcı yine “Bedava” dedi. Çok esprili diye düşündüm. Üçüncü defa sorarken, “Nasıl bedava olur? Hemşerim kaç lira mısır, sen onu söyle?” dedim. Yine, “Bedava bahçeden” dedi. Daha yeni bir-iki hafta öncesinde bulunduğum Bartın'da, Amasra'da, Ordu'da, Trabzon'da tanesini 5 liraya yediğimiz mısır nasıl bedava olurdu? Ne yalan söyleyeyim şaşırdım. “Ben böyle bir durumla hiç karşılaşmadım, bu devirde kim kime bedava mısır dağıtır” dedim mısırcıya. “Rızık meselesi” dedi. Ben işin iç yüzünü merak ediyordum. “Bu sizde gelenek mi?” dedim, “Herkese bedava mısır dağıtıyorsunuz?” “Yok” dedi, “Rızık, kısmet meselesi. Bak yoldan kaç kişi geçiyor, bizden sadece sen istedin mısır” dedi. Sonra kendisine gelen çayı da bana verdi. “Olmaz” dedim. O da bana, “ Olmaz, bu senin kısmetin” dedi. İkram edilen közde mısırı yerken bir taraftan da etrafı gözlüyordum. Mısırcı gelip-geçeni tezgâhına davet ediyor, “mısır verelim, buyurun mısır” diyordu. Para vermek isteyenlerin hiçbirinden de mısır parası almıyordu. Bedava dağıtıyordu. Hemşerimiz bu işi bas bas bağırarak, gösteriş olsun diye değil, kimseyi rencide etmeden yapıyordu. Bu durum eskilerin, vakur; yardımı da ibadeti de hak için yapan olgun, insanlarını anımsattı bana.
Aslında ben biraz ilerideki bazlama (mayalı ekmek) satan Yörük Sofrası adlı dükkândan mayalı ekmek almak için gidiyordum. Mısırcının 20 metre ileride mayalı ekmek yapıp-satan dükkânını bir vesileyle öğrendim, ben de alacağım mayalıları bu sefer Yörük Sofrası'ndan değil de onlardan aldım. Rızık meselesiydi, kime niyet kime kısmet…
Derken sohbeti koyulaştırdık. Karadağ’ın arkasından Eğilmez Köyü'nden, adının Abdülbaki ÜLKÜSEVER olduğunu öğrendiğim bu hayırsever hemşerimiz, “Bu da bir şey mi” dedi, “Bizim atalarımız ordu doyurmuş geçmişte. Bizim yaptığımız ne ki?”
Sonra şöyle devam etti:
“Karaman'a yolu düşen uzak yerlerden gelen abilere, misafirlere ev temin edilir, yatacak yer temin edilir, yemek verilir, Karadağ gezdirilir (ben de ekledim yılkı atları gösterilir), çiftlik, köy evleri gezdirilir, üstelik bu iş için ücret de alınmaz”.
Sanki, iyilik ülkesinde ya da masal alemindeydim. Unutamayacağım bir düş görüyordum.
Abdülbaki bey pazardaki eşim ve ablam için de birer mısır sardı verdi bana. Yoldan geçen çocuklar ve yaşlılar için daha bir özenli olduğunu, özellikle onları es geçmediğini gördüm. Beni hangi kategoriye koymuştu onu da bilmiyorum(!)
Yaşadığım her şey, her konuşma beni şaşırtmaya devam ediyordu. Evet, umut anakentlerde değil, eski gelenekleri, değerleri yaşatan küçük yerlerdeydi, Anadolu'daydı. Kendimi bir an 2019 yılında değil de Yunus Emre’nin, Hacı Bektaşi Veli'nin, Mevlana’nın yaşadığı dönemdeymiş gibi hissettim.
Onca kirlenmeye ve tükenmeye karşın böyle güzel insanların varlığını görmek ne güzel bir duygu; gelecek güzel günlere olan inancı artıyor insanın. Ah benim güzel ülkem, güzel şehrim, güzel insanlarım; siz ne kadar güzelsiniz…
Gerçek değil düştü yaşadığım. Usta bir yazarın kaleminden çıkmış bir öykü okuyor, o öykünün büyülü satırları arasında dolaşıyordum sanki.
İçimizdeki heyecan ve umut hep canlı olsun, çoğalsın, böyle güzel öykülerle.