Bartın, geçtiğimiz günlerde önemli bir değerini daha kaybetti. Bartın’da iz bırakanlardan birisi de yazar-gazeteci-şair-fotoğraf sanatçısı Muzaffer Cellek idi.
Şahsıma verdiği kendi el yazısıyla yazdığı özgeçmişinde şu bilgileri paylaşmıştı:
“1933 Aydın doğumluyum. Annem Hayriye Cellek, Babam Tahsin Cellek. İlkokulu Kars’ta bitirdim. Babamın Başkomiser olması hasabiyle Bartın’da 1941-1943 yıllarında bulundum. Babamın 1943’te tayini çıktı. Ancak kısa bir süre sonra Bartınlıların yoğun talebi üzerine tekrar Bartın’a döndük ve 1951 yılına kadar da buruda yaşadık.
Bartın Ortaokulu’nun ardından 1954 yılında da Jandarma Askeri Lisesi’ni bitirdim. Memurluk yıllarımın ardından ulusal gazetecilik yıllarım başladı. Milliyet, Hürriyet, Demokrat İzmir, Ege Ekspres, Sabah Postası ve Ege Telgraf gazetelerinde çalıştım. Her konuda foto muhabirliği yaptım. Hayat Mecmuası’nın açtığı fotoğrafçılık konusundaki yarışmada 1970 yıllarda Türkiye ikincisi oldum. İlk gaztecilik yıllarım İzmir’de Demokrat İzmir Gazetesi’nde geçti. Bu gazetenin İstihbarat Şefi şair Atila İlhan’ın yanında gazeteciliğe başladım. Sonra Hürriyet, Milliyet, Ege Telgraf’ta köye yazısı, diğerlerinde ise serbest röportaj… Zeki Müren dahil bütün sanatkarlarla röportaj yaptım. Şimdi Milliyet Blog’un internet ve Bartın Gazetesi’nde yazmaktayım.
İki adet eser sahibiyim. Evliyim, 4 çocuk sahibiyim. İzmir’de ikamet etmekteyim. Şiir yazarım, esprili ve mizahi bir kalemim vardır.”
Aslında kendisini tanıtmaya fazla gerek yok. Daha önceki yazılarımın bazılarında rahmetli babası Tahsin Cellek’ten de bahsetmiş, dönemin “efsanevi komiseri” olduğunu anlatmıştım.
85 yaşında Hak’kın rahmetine kavuşan merhum Muzaffer Cellek ile Bartın’a gelip-gidişleri sırasında pek çok kez hasbıhal etme şansım oldu. Çok bilgili, muhterem ve bir Bartınlı’dan çok daha fazla Bartın sevdalısı olan Cellek, ilimizin gönüllü turizm elçisi gibi her platformda gururla Bartın’ı anlatıyordu.
Bu büyük Bartın sevdasını bence yine kendisinin kaleme aldığı ve bana verdiği notlardan aktarmanın doğru olacağı düşüncesiyle sözü O’na bırakıyorum:
Bir Bartın Yangunu: Muzaffer Cellek
Benim Bartın sevdam, Asma Mahallesi’ndeki top tarlası ile ırmak kıyısı arasındaki yerde başladı. Bu günlere kadar devam ederek geldi. Babam memuriyeti münasebetiyle kaldığımız Bartın’da, hem çocukluğum, hem gençliğim geçti.
Bartın’dan ağlayarak ayrıldım. Babam, başka ile tayin olmuştu. Aradan 15 gün geçmeden, evden tüydüm, soluğu Bartın’da aldım. Görenler “Aaaa, siz tayin olmamış mıydınız?” diyenler çoğunluktaydı. Kopamadım Bartın’dan.
Benim Bartın’da daha ilkokul sonrası gazetecilik merakım da vardır. Bartın Gazetesi matbaasının makinesinde gazete basılırken seyretmek, çok güzel duyguydu. Makinenin kolunu zaman zaman, ben de çevirirdim. Bu gelişlerimde o makinenin, hiç olmazsa kolunu göreyim diye araştırdım. Makine, seller altında kalmış. Esen Aliş çamurlar içindeki makineyi gösterdi. Kolu kayıpmış. Bir akrabamı kaybetmiş gibi oldum kol bulunamayınca.
Uzun yıllar oldu, Bartın’a bir defa gelebildim. Daha sonra Vali ve Belediye Başkanlarının icraatlarını takip ettim. Köşemde onları yazdım. Bartın’ın meseleleri, benim meselelerim oldu.
Bir gün bir telefondan, “Vali İsa Küçük, sizinle konuşmak istiyor” diyen sekreterin sesini duydum. Vali: “Siz bir Bartın Yangunu’sunuz. Sizin gibi Batını seven yok. Anılarınız hep Bartın üzerine. Yazılarınızı okuyor ve takip ediyorum. Lisemizde edebiyat günleri var. Anılarınızı gelip de anlatmaz mısınız?” dediler. Ve Bartın’a gittim. Bana toplantı sonrası vali plaket verirken “Bartın, 60 yıl sonra, çocuğuna kavuştu” diyerek çok veciz bir sözle beni, Bartınlılara tekrar tanıttı. Bu arada, içinde Bartın’a ait yazılarım olan “Ört ki, ölem!” İsimli kitabımın imza gününe katıldım. Daha sonra da “De ki, Bartın” isimli ikinci kitabımı çıkardım. Bu son kitabımda bütün Bartınlıları buluşturdum. Onarın hikayelerini anlattım durmadan. Böylesi bir yayın, ilk defa oluyordu. Herkes memnun kaldı. Bu kitapta herkes, akrabalarını buldu, konuştular.
Bazıları, özgeçmiş yazar, kendini tanıtır. Benim geçmişim, satırlarımın arasındadır. Böylesi daha iyidir. Tahsil, doğum tarihini ve yerini yazalar. Bunlara ne lüzum var? “Ben bir Bartın Yangunuyum” denilince, yağı, tuzu içindedir zaten. Hepsi içinde mevcuttur. İşte kısa özgeçmiş budur esasında. Bartınlı olmak ve Bartın’ı sevmek. Bu önemlidir bence.
Bartın’a gittiğimde, hala daha değnekten atımı ararım. Çocukluğumu cebimde taşırım. Hala daha, çocukluk arkadaşlarımı ve büyüklerimi ararım. Seslenirim bazı bazı: “Halulu’lar, Daniş’ler, Santepe’ler, Giresunlular, Aliş’ler, Karakaş’lar, Altınaylar, Samancıoğluları… Nellede siyiz? N’apıyo suyuz?, İyi misiyiz?” derim.
Bartın’a gittiğimde eski kiralık evimizin aynı bahçesinden, aynı dalından, aynı meyvesinden bir daha yedim. Ki aradan 70 yıl geçtikten sonra. Değişen bir şey olmamıştı. Tat, yine aynı tat. Tat, yine Bartın’ın o güzel tadı.
On yaşındayken Bartın’daydım 70 yıl sonra bu ikinci gelişimdi. Toplamı, bu gün için 80 eder. Eee, özgeçmiş için 1933 doğumluyum demeğe hacet var mı? Yok! Dedik baştan, yazdıklarım, yazacaklarım, satır aralarındadır. Eh, toplama ve çıkarmanız da varsa, yaşımın da 80 olduğunu fark ettiniz sanırım. Öyle değil mi?
İlk kitabımın için de Bartın’ a ait yazılar vardır. Epey ilgi topladı. On yaşındaki bir çocuğun o zamanki gözlemleri vardır bu kitapta. 312 sayfalık “Ört ki ölem” kitabımın arkasında, ünlü hikayeci Tarık Dursun K, şöyle yazmıştır: “Ört ki Ölem’de basın hayatında bizlere yıllarını veren Muzaffer Cellek ustamız, toplumun büyük kaygısızlıkla göz ardı ettiği geçmişiyle, bu günleri karşılaştırıp, imkansızlıkların, çirkinliklerinin hesabını soruyor. Bunu yaparken de toplumu son derecede önemsiyor. Geçmişi hatırlatıyor. Hem de utanmamızı, bu atanmadan da bizi yarma götürecek türlü dersler çıkarıyor” diyor.
Ünlü hikayecimiz Tarık Dursun K.’nın sözlerini özetledim. O, “dersler çıkarıyor” dediğine bakmayın. Ben hiç; ders-mers çıkarmadım. Yaş 13. Amasra’ya vapur gelmiş. Kayıklarla herkes gibi gemiyi ziyaret ettim. Ama gemi demir alırken, ben içerde kaldım mahsus. Bu gemiyle ablamı görecektim İstanbul’da. Cepte 2,5 lira var. Yatacak yer yok. Gece filikada yattım ablam uğruna sabahı, İstanbul’a vardım. Kasımpaşa’da ablamı arayacağım. Adres yok, telefon yok. Üstelik para da yok. Sarı çizmeli Mehmet Ağa. Ama dört sokak kapı kapı ablamı sordum. Beşincisinde buldum. Bu bir mucizeydi. Buraları, Bartın gibi zannetmiştim. Hani derler ya “ Asma Köprüsünden geç. Yürü yürü, darabaları geç. Soldan ikinci sokağa sap. Göreceksin sağ köşede, üstü ev, altı bakkal olan yer” böyle tarifler bekliyordum. Haniiii, nerdeee!
Babamı Bartınlılar çok sevdi. Baba dostlarından 3-5 tanesini buldum. Hala daha aynı sevgiyle andıklarını gördüm. Bartın Emniyet Müdürü Burhan Gümüş, babamın resmini istedi. Büyültüp, Emniyet Müdürlüğünün salonlarına asmış “Bartın’a hizmet eden Emniyetçilerimizden” diyerek. Çok yüksek bir davranış bu. Çok duygulandım. Babam, çok sevdiği Bartın’lılar arasında şimdi. Ruhu ne kadar hafiflemiştir, bir düşünsenize.