Çevre kirliliğinin tüm insanlığı içeren küresel düzeyde yoğunlaştığı günümüzde, çevre kirliliğinin en önemli nedeni olarak sanayileşme ve onun bir sonucu olan kentleşme olgusu geliyor. İnsanoğlunun varlığını sürdürme sorunu haline gelen çevrecilik, çevre kirliliği ve sanayileşme ilişkisini birbiriyle çelişen değil birbirine bağımlı olan iki konu. Bugün çevreciler ile sanayileşme ve teknoloji kullanımı arasında bir çekişme yaşanmaktaysa da herkesin çıkarına olan şey, ortak değerimiz ve yaşam kaynağımız olan yerküreyi korumak.
Karadeniz kıyılarına vuran esrarengiz variller, sularımızda bekleşen çöp gemileri, kıyılarımızı kaplayan plastik şişeler, hormonlu etler, Haliç'in yeşillenmesi, Çernobil, Ankara'nın havası, erozyonla her yıl denize taşınan Anadolu'nun değerli toprakları, Gökova'da halkın tepkisini çeken termik santral, Afrika'nın çölleşmesiyle ilgili olarak ortaya çıkan kıtlıklar, İzmit ve Gemlik Körfezlerinin sanayi artıklarıyla boğulması, İskandinavya göllerinin asit yağmurundan ölümü, kıyıların yapılaşması ve dev deniz kaplumbağaları, Dalyan olayı ve kaplumbağa şenlikleri, Hindistan'ın Bhapal Kentinde patlayan fabrikadan iki bin beşyüz kişinin ölümü, F. Almanya Die Glünen (Yeşiller) hareketi, Independenta tankerinin patlayıp Marmara'ya petrol dökmesi, pek çok İç ve Doğu Anadolu şehrinin hava ve su kalitesi sorunu. Kanser yapıcı ışınların süzen ozon tabakasının incelmesi, Atmosferdeki karbon dioksit gazı artışının getirmekte olduğu iklim değişikliği, DDT gibi tarım ilaçlarının ortaya çıkardığı dünya çapındaki zehirleme olayı… Tüm bunların yanında Bartın Irmağı’nda gerçekleşen toplu balık ölümleri.
“Çevreci” bir sanayileşmeye doğru
Türkiye’de organize sanayi bölgeleri kavramı, ilk defa 1961 yılında kullanılmaya başlamış, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967) döneminden itibaren, Kalkınma Plan ve Programlarında sürekli olarak, sanayinin geliştirilmesine ve bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesine yönelik özendirici tedbirler arasında yer almıştır.
Organize sanayi bölgelerine yüklenen fonksiyonlardan birisi ülkemizde planlı şehirleşmeyi sağlamasıdır. 1960'lı yıllara kadar sanayi yerleşiminin dağınık ve plansız bir şekilde şehirler çevresine yayılmaya başlaması üzerine, fizikî mekan düzenlemesi alanında olumlu bir araç olarak, organize sanayi bölgelerinin kurulması düşünülmüş, bu çerçevede politika ve tedbirler geliştirilerek, plan ve programlarda yer almıştır.
Organize sanayi bölgeleri, bölgeler arası dengeli kalkınmanın sağlanması, düzenli şehirleşmenin gerçekleştirilmesi yanında, sanayinin çevreye olan etkilerinin kontrol edilmesi amaçlarıyla bir makro politika aracı olarak uygulanmaktadır. Ayrıca organize sanayi bölgeleri, sanayi işyerlerinin daha düzenli ve verimli biçimde çalışmasının de bir aracı olarak değerlendirilmektedir.
Organize sanayi bölgelerinin kuruluş amaçlarına ulaşabilmeleri, yani dengeli kalkınma ve düzenli şehirleşmenin gerçekten bir aracı olabilmeleri ve çevre kirliliğine yol açmadan maksimum verimlilikle çalışabilmeleri için, doğru tanımlanmaları ve bu tanımdaki ölçütlerden ödün verilmeden uygulanmaları zorunludur. En genel anlamda, organize sanayi bölgesi, ulaşım, su, elektrik, kanalizasyon, banka, kantin, ilk yardım ve benzeri imkanlarla donatılmış uygun bir alanda teknik ve genel hizmetlerin de sağlandığı, ekonomik bir ölçek içinde gruplanmış fabrika yerleşim birimleri şeklinde tanımlanıyor.
Organize sanayi bölgeleri kavramının tarihselliğini incelediğimizde vizyon ve misyonunda her ne kadar “düzenli şehirleşme” ve “çevreci üretim” yer alsa da bugün yaşadığımız bir çok doğa sorunu bu anlamda sınıfta kaldığını gösteriyor.
Bartın’da OSB'nin gelişimine baktığımız zaman , öteden beri kıt ekonomik ve teknik imkanlar ile çalışan sanayiciler, tek başına bir işletme kurabilmek için uygun bir yer bulmak, altyapı tesislerini kurmak, fabrika binalarını inşa etmek, makina teçhizatını temin etmek, yeterli kalitede ve sayıda personel bulmak ve gerekli işletme sermayesine sahip olmak gibi pek çok sorun ile karşılaşarak teşebbüs gücünü ortaya koyma ve gösterme imkanı bulamıyor. Yerleşim merkezlerindeki mevcut altyapı imkanları, toplumun ihtiyaçlarını dahi karşılayamazken, kurulan sanayi işletmeleri, bir çok alt yapı hizmetlerinden mahrum olması sebebiyle verimli ve kârlı çalışamıyor. Bu durum, sanayinin büyük yerleşim merkezlerinden uzaklaşarak, nisbeten daha ucuz olan kırsal alanlara kaymasına ve böylece plansız gelişen bir takım sanayi bölgelerinin teşekkkülüne sebep olmaya başladı. Bu durum sermaye sahiplerini kâr maksimizasyonu ve maliyet miniminazyonuna iterken, nasibi "berrak" dere ve ırmaklar alıyor.
Sıra henüz bizde değil
19. yüzyılda başlayıp 20. yüzyılın ikinci yarısında, insan eliyle yaratılmış sanayi ve teknolojilerin yine insan üzerindeki kötü sonuçları artık iyice belirlenmekte. Doğal çevrede gittikçe artan kimyasal ve madeni artıklar başta insan olmak üzere bütün canlı organizmaları kötü yönde etkiliyor.
Bakır, civa, kurşun, kalay, krom, kobalt, nikel gibi madeni maddeler ve ayrıca arsenik, selenyum gibi kimyasal maddeler başta insan olmak üzere canlı organizmalar üzerinde en ürkütücü etkileri yaratanlardır ve büyük ölçüde sanayi kuruluşlarının atıklarıdır, yani sanayileşmenin bir bedeli olarak karşımıza çıkıyorlar.
Sanayi kuruluşlarının üretimlerinden dolayı yaratmış oldukları çeşitli atıklar, kullanıma dönük değerlendirilmediği sürece çevre üzerindeki olumsuzlukları devam edecek. Bu olumsuzluklar, gerek canlı üzerinde gerekse görünüm ve çevre sağlığı açısından çok büyük bir çevre sorunu çeşidi olarak her zaman için düşündürücü bir konu olarak karşımıza çıkacak.
Ayrıca bahsedilen bu maddelerin alışılmışın dışında bir bio-kimyasal etki yaratıyor. Örneğin, konserve kutularında böcek öldürücülerde de kullanılan kalay, mide bulantıları, sindirim ve bağırsak hastalıkları yaratıyor. Yerkabuğu, su ve canlılarda en çok rastlanan manganez ise sanayi dumanları ile çevreye yayılarak akciğer hastalıklarına neden oluyor. Yine sanayi atığı olarak doğaya karışan civa, merkezi sinir sistemini bozmaktadır. Civa zehirlenmeleri Japonya'da Minamato ve Nigata'da, Irak'da görüldüğü gibi kitlesel ölümler ve felaketler doğuruyor. Her ne kadar sebebi henüz açıklanmamış Bartın Irmağı’ndaki balık ölümlerindeki sebep biz insanları daha öldürmemiş olsa da, bizim dışımızda başka yaşamların olduğunu ve sıranın bir gün mutlaka bize geleceğini anımsamakta fayda var.
YUSUFHAN KABAKCI